Bozuk Çikolata (Mehmet Fırat PÜRSELİM)

bozukcikolataKafam demirlere iyice sıkışmıştı, kendimi bir türlü kurtaramıyordum. Pencerenin demirlerine nasıl soktuysam kafamı, bir türlü çıkartamıyordum. Çok da üşüyordum. Kar ağzıma yüzüme yağıyordu…

* * * * *
Üç ay önce anasını toprağa verdiydik, daha toprağın buzu çözülmeden şimdi de Memedimi! Ayşe, kadınım benim, üç çocuğumun anası, verem olmuştu; sürekli öksürüyor, kan tükürüyordu, hastaneye yatması gerekiyordu ama paramız yok diye hiçbir hastane bizi kabul etmiyordu.

* * * * *
Ben komşuya gitmiştim, hemen üç kondu öteye. Saliha Abla’yla konuşup dertleşiyorduk. Tövbe billah, kardeşi beni alsın diye, her gün Saliha Ablalara gitmiyordum.

* * * * *
Memed, benim küçüğümdü, daha okula bile gitmiyordu. Ben ikiye gidiyorum ama beden dışında bütün derslerim zayıf. Okul dönüşlerinde, onu hep pencerede beni beklerken bulurdum. Dün gene pencerenin demirlerinden bana bakıyordu.

* * * * *
Benim annem öldü ama merak edilecek bir şey yok; ablamın söylediğine göre, melek olmuş, cennette hiç çalışmıyor, hep çikolata yiyormuş. Bunu duyunca, ben de ölmek istemiştim, yeterince büyümeden ölenlerin, orada da tarhana çorbasıyla, kuru fasulye yediğini öğrenince vazgeçmiştim. Bir umut, ‘Kolada mı yok?’ diye sormuştum da, ‘Sadece çamurlu çeşme suyu var!’ demişti. Her gün ablama soruyordum, yeterince büyüdüm mü diye, daha çok var diyordu, ölmene.

* * * * *
Türkiye’de tüberküloz kalmamış, yetkililer televizyonlarda öyle diyor. Onları işittikçe acı acı gülüyorum. Başkent Ankara’nın varoş dedikleri gecekondu mahallesinde yaşıyoruz, Bakanlıklara uzaklığı, otobüsle yirmi beş dakika, yürüyerek bir asır!

* * * * *
Memed akıllı bir çocuktu, ne dersem yapardı, çok da usluydu. Onu hep evde bırakır komşulara, Saliha Ablalara falan giderdim. Hiçbir yeri dağıtmazdı, nerede bıraktıysam, eve dönünce orada oynar bulurdum. Havalar soğuk diye, anam gibi hasta olmasın diye, dışarı salmazdım. Komşuya giderken, kapıyı üstüne kilitleyip giderdim. Bir kedisi vardı, adı Boncuk, bütün gün onunla oynar dururdu.

* * * * *
Ben okula yürüyerek gider gelirim, böyle karlı havalarda yollar hep batak oluyor, üstüm başım da çamur içinde kalıyor. Valla teneffüslerde top oynamıyorum, Hüsam’la paslaşıyoruz o kadar! Ablam, üstümü kirletince kızıyor, kolumu burkuyor. Anam bir şey demezdi, beni soyup leğende yıkardı. Babama söyledim, bana kol burkmayan cici anne alacakmış.

* * * * *
Ablam gene Saliha Teyzelere gitmişti, biz Boncuk’la oynuyorduk. Sonra Boncuk sıkıldı, kapıyı tırmalamaya başladı. ‘Yapma,’ dedim ama beni dinlemedi, kapıyı tırmalamaya devam etti, sıkıldı mı, gezmek istedi mi, hep böyle yapardı. Dışarısı çok soğuktu, onu çıkartamazdım, yoksa hasta olurdu. Kucağıma aldım, etrafı seyretsin diye pencerenin kenarına getirdim ama rahat durmuyordu. Camı açtım, sımsıkı tutup dışarı uzatıp dedim ki, ‘Bak Boncuk, kar yağıyor, şimdi seni salarsam, annem gibi hasta olup ölürsün, sen de benim gibi küçüksün, ölürsen hep tarhana çorbası içersin!’

* * * * *
Kadınım, bir sene içinde eridi gitti de hiçbir şey yapamadım. Doktorlar, ‘İyi beslenecek. Yorulmayacak. İlaçları alınacak,’ dedi ama bunun nasıl olacağını söylemedi. Ben inşaatlarda amelelik yaparım, bugün iş var, yarın yok. Sigorta falan olsa, en azından bir hastaneye yatırırdım. Ne gezer, kadınımı evde bile yatıramadım. Son bir haftaya kadar çalıştı da gıkı bile çıkmadı.

* * * * *
Kuş gibi bir çocuktu, varla yok arası, anam gibi sessiz içine kapanıktı. Önce anam, şimdi de Memed, kaderimiz böyleymiş.

* * * * *
Memed’le top oynardık, güreşir, atçılık oynardık. Baharda ona bahçelerden erik çalardım, kışın bakkaldan çiklet.

* * * * *
Ne dediysem Boncuk beni dinlemedi, elimi tırmıkladı, o acıyla parmaklarımı gevşetince de kaçıp gitti. Arkasından bağırdım, beni dinlemedi bile. Kapıyı açıp ben de peşinden gitmek istedim ama kapı kilitliydi.

* * * * *
Memedim, küçüğüm, oğlum… Allah’a isyankar olasım geliyor, sonra tövbe diyorum. Allah verdi, Allah aldı, sana ne diyorum. Allah verdi, Allah aldı. Biz fakirlere canı veren Allahım onu kolayca geri alırken, zenginlere can veren Allah bir türlü geri almıyor! Tövbe yarabbim, neler diyorum ben? Sen günah yazma yarabbim! Allah verdi, Allah aldı…

* * * * *
Saliha Ablalara gitmeseydim, kapıyı üzerine kilitlemeseydim, Hasan’a sevdalanmasaydım, bunların hiçbiri olmazdı. Sürekli düşünüyorum, öyle yapsaydım, böyle olurdu, böyle yapsaydım, öyle olurdu. Keşke Allah onun yerine benim canımı alsaydı!

* * * * *
Ben Memed’in öldüğünü ilkin anlamadım, her zamanki gibi pencerenin kenarındaki divanda oturmuş, beni bekliyor sandım. Eve yaklaştıkça, saçının, başının karla örtülmüş olduğunu gördüm ama bana kardan adam numarası yapıyor, diye kahkaha bile attım. Bir kartopu fırlattım, hemen pencerenin yanındaki duvara yapıştı, Memed kıpırdamadı bile.

* * * * *
Boncuk kadar küçüktüm ben de… Boncuk parmaklıklardan nasıl geçtiyse, ben de öyle geçebilirim sandım. Biraz zorladım, ittire ittire, kulaklarımı kanata acıta, kafamı pencerenin demirlerinden çıkartabildim. Ama vücudumun kalanını dışarı çıkartamadım. Kafamı geri çekmek istedim, onu da beceremedim.

* * * * *
Yavrumu pencerenin parmaklıklarına sıkışmış bulduk. İtfaiye geldi, polis geldi, devletin savcısı, doktoru geldi. Yaşarken yavruma bir lokma ekmek vermeyen devlet, onu demir parmaklıklardan kurtarıp, ölü bedenini bana verdi.

* * * * *
Öyle de küçüktü ki!

* * * * *
Nişan alıp bir kartopu daha fırlattım, cama geldi, Memed gene hareket etmedi. Hemen yanına koştum, mosmor olmuştu, hiç kıpırdamıyordu, uyuyor sandım ama nefes almıyordu!

* * * * *
Çok kar yağıyordu; ağzıma, yüzüme kar yağıyordu. Uykum geliyordu, göz kapaklarım kapanıyordu. Sonra bir rüya görmeye başladım; rüyamda demir parmaklıklardan kurtulmuş, Boncuk’u kovalıyordum. Ben onu kovalarken birden karşıma annem çıkıyor, bu sefer ikimiz birden annemi kovalamaya başlıyoruz. Güneş gökte pırıl pırıl parlarken, hep birlikte bulutların arasında koşuşturuyoruz, yoruldukça kendimizi pamuk gibi bembeyaz yığınların üzerine atıveriyoruz. Annem, Boncuk ve ben en sonunda aynı yerde buluşuyoruz. İşte o zaman bulut birden hareketlenerek, masallardaki uçan halı gibi uçmaya başlıyor. Hep birlikte uçuyor, uçuyoruz…

* * * * *
Memedimin buz kesmiş bedenini kucağıma aldım, tonlarca ağırlıkta geldi. Sanki canlıydı, sanki ölmemişti, o böyle gülümserken öldüğüne inanamadım. Hayatım boyunca taşıdığım en ağır yük, minicik yavrumun kuş gibi bedeniydi, ağırlığına dayanamadım, kucağımdan düşürdüm. Memed bir külçe gibi yere yığılıverdi, işte o zaman öldüğünü anladım.

* * * * *
Bazen diyorum ki; ne günah işledik de Allah bize bu cezayı verdi. Mutlaka Allah, Hasan’la yaptıklarımızı gördü, benim canımı alacakken, günahsız sabinin canını aldı. Anam da benim yüzümden öldü, Boncuk da! Mutlaka, gördü Hasan’la yaptıklarımızı!

* * * * *
Memed öldükten sonra, sanki bütün toplar patlak, bütün şutlar aut, bütün patatesler, soğuk, bütün çalıntı çikolatalar bozuk… ?

Sosyal medyada paylaşın!

Bir cevap yazın

E-posta hesabınız yayımlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir